Ressam
Makedonya (Üsküp) doğumlu Türk sanatçısı Armando Alemdar Ara Resimde ‘Neomodernizm’ akımının
temsilcilerinden biri olan sanatçı Alemdar Ara, sufizm ve modern estetik
formları birleştirdiği çizimleri ‘Engaged Forms’ ile Gxgallery’ deydi.
Makedonyanın ünlü tiyatro sanatçıları Mehdi ve Emine Bayraktar’ın oğlu
olan Armando Alemdar Ara, temel sanat eğitimini Makedonya da tamamlar
ve masterını yapmak üzere Kingston Üniversitesi’ne İngiltere’ye gelir.
Londra’da sanat çalışmalarını yürüttüğü sırada ünlü sanatçı Andre Durand
ile birlikte ‘neomodernist’ akımının öncülerinden biri olur.
‘Neomoderinist Manifesto’ adıyla imza attıkları sanat açılımında ‘sanat,
derin ruhsal prensiplerin yeniden doğuşu, varlık ise, klasik felsefede
kaynağını bulan ve ancak ‘hayal gücü’ yoluyla ulasılabilen bir uğraş’
olarak görülmekte, ‘içinde yaşadığımız gerçek, daha derin bir gerçeğin
sadece bir aynasıdır.’şeklinde tanımlanmaktadır.
Sanatsal yönü ağırlıklı Makedonyalı Türk bir aileden geliyorum. Babam tiyatro oyuncusu, annem de tiyatro kostümü tasarımcısıydı idi. Bende çocukluğumdan beri resim çizerim. Sanatsal düşünmeyi ve yansıtmayı çok küçük yaşlardan beri hiç bırakmadım.
Büyükbabam Batı Makedonya’da yaşayan bir dervişti. O yaşlarda farkında olmasamda öyle bir geleneği, yaşamı görerek büyüdüm. Benim için Sufizm, içsel bir yolculuk, arayış… Çizimlerimde de aralıksız bu arayışı resmediyorum.
St John Paul II’ün ve Galler Prensesi Diana’nın portresi gibi resmi çizimlere imza atmış tanınmış ressmalardan Andre Durand ve ortak görüşte sahip artistlerle birlikte Neomeoderzmin akımın kurucularından biriyim. Duran da benim gibi Batı’daki çağdaş kültür sanat ve portmodernizm akımlarından bıkmış bir sanatçı. Bir araya geldik ve ‘Idea Fine Art’ isimiyle Kensigton’da bir ortaklık kurduk.
Neomodernizm bir sanat akımından ziyade, sanata felsefi bir bakış açısıyla bakmak aslında. Aynı düşüncede sanatçılarla yaptığımız uzun araştırma ve tartışmalardan sonra neomodern kriterler oluşturduk. Daha çok gelenekseli destekleyen ama yeni, hiç eskimeyen, zamanın ve kültürlerin etkilerinden uzak sanatsal değerlerden oluşturduk.
Bir cümle ile özetlemek gerekirse; Neomodern sanat çalışmaları, sanatçının kendi öznel nitelik ve ifadelerini objektif güzele ulaşamak amacıyla mükemmelleştirmesidir.
Biz Neomodernizm’de estetik değerlerin bir ön koşulu olarak maneviyata da odaklanıyoruz. Bu 20.yy’dan önce yapılmış çoğu Batı sanatında da hatta, dekoratif İslam sanatında bile böyledir. İkisi arasındaki tek belirgin fark İslam sanatında Tanrı’nın temsiline izin verilmez. Yinelenen desenlerdeki kutsal geometri,Tanrı’nın varlığına, kesin güç ve bilgisine işaret eder. Çağdaş sanattaki kontrast ise maneviyatı etkisiz kılıyor bu daha çok ‘çağdaş’ Batı toplumlarında yapılıyor.
Benim için bir Türk çinisindeki her desen açıkça gösterir ki, hayatta her olay bir diğerine bağlı, herşeyin bir sebep ve sonucu var. Herşey daha iyisi için bir dengeye bağlı, biz öyle olmadığınız düşündüğümüz zamanlarda bile.
Bana göre sanat hakkında düşünmek ve çizim daima birlikte gelişmiştir. Bir sanatçının sanat anlayışının pratikle daha çok geliştirdiğine inanırım. Bence sanat çoğu zaman ayna gibi toplumu yansıtır. Ama bazen kendini üreten çevresel etkenlerin ötesinde, neomodern özellikler de yansıtabilir. Bunlar değişik zamanlarda, farklı kültürlerden bir çok insan tarafından sevilip kabul görmüştür. Bence bugün birçok çağdaş sanat, Postmodernizm, Pop Art veya BritArt bu niteliklere sahip değil. Daha kötüsü kendi ayakları üzerinde duramayan kendilerinden önce gelmiş sanat türlerine bir tepki olarak varlar. Örneğin Damian Hirst’ün salamura yapılmış köpekbalığı ya da Tracey Emin’in dağınık yatağı sanat çalışması olarak sayılmaz; eğer sanata karşı kasıtlı bir tepki göstermek üzere yapmamışsa.
Bence estetik değerleri gözardı eden, hatta estetik değerlere karşı gelen çağdaş sanat ki, zamanın testinin geçemiyecektir, en iyi örneklerinde de en kötü örneklerinde de böyle bir sanat gerçek sanat değildir. Bu tarz ifadelerim beni muhafazakar biri gibi gösterebilir ve insanlar ‘modern sanat’ yapan birinden bu sözleri duymaktan dolayı şaşırabilirler. Onun yerine ben kendimi H.C. Andersen’in hikayesinde ‘Kral Çıplak’ diye işaret eden çocuk olarak tanımlamayı tercih ediyorum.
Sanatsal yönü ağırlıklı Makedonyalı Türk bir aileden geliyorum. Babam tiyatro oyuncusu, annem de tiyatro kostümü tasarımcısıydı idi. Bende çocukluğumdan beri resim çizerim. Sanatsal düşünmeyi ve yansıtmayı çok küçük yaşlardan beri hiç bırakmadım.
Büyükbabam Batı Makedonya’da yaşayan bir dervişti. O yaşlarda farkında olmasamda öyle bir geleneği, yaşamı görerek büyüdüm. Benim için Sufizm, içsel bir yolculuk, arayış… Çizimlerimde de aralıksız bu arayışı resmediyorum.
St John Paul II’ün ve Galler Prensesi Diana’nın portresi gibi resmi çizimlere imza atmış tanınmış ressmalardan Andre Durand ve ortak görüşte sahip artistlerle birlikte Neomeoderzmin akımın kurucularından biriyim. Duran da benim gibi Batı’daki çağdaş kültür sanat ve portmodernizm akımlarından bıkmış bir sanatçı. Bir araya geldik ve ‘Idea Fine Art’ isimiyle Kensigton’da bir ortaklık kurduk.
Neomodernizm bir sanat akımından ziyade, sanata felsefi bir bakış açısıyla bakmak aslında. Aynı düşüncede sanatçılarla yaptığımız uzun araştırma ve tartışmalardan sonra neomodern kriterler oluşturduk. Daha çok gelenekseli destekleyen ama yeni, hiç eskimeyen, zamanın ve kültürlerin etkilerinden uzak sanatsal değerlerden oluşturduk.
Bir cümle ile özetlemek gerekirse; Neomodern sanat çalışmaları, sanatçının kendi öznel nitelik ve ifadelerini objektif güzele ulaşamak amacıyla mükemmelleştirmesidir.
Biz Neomodernizm’de estetik değerlerin bir ön koşulu olarak maneviyata da odaklanıyoruz. Bu 20.yy’dan önce yapılmış çoğu Batı sanatında da hatta, dekoratif İslam sanatında bile böyledir. İkisi arasındaki tek belirgin fark İslam sanatında Tanrı’nın temsiline izin verilmez. Yinelenen desenlerdeki kutsal geometri,Tanrı’nın varlığına, kesin güç ve bilgisine işaret eder. Çağdaş sanattaki kontrast ise maneviyatı etkisiz kılıyor bu daha çok ‘çağdaş’ Batı toplumlarında yapılıyor.
Benim için bir Türk çinisindeki her desen açıkça gösterir ki, hayatta her olay bir diğerine bağlı, herşeyin bir sebep ve sonucu var. Herşey daha iyisi için bir dengeye bağlı, biz öyle olmadığınız düşündüğümüz zamanlarda bile.
Bana göre sanat hakkında düşünmek ve çizim daima birlikte gelişmiştir. Bir sanatçının sanat anlayışının pratikle daha çok geliştirdiğine inanırım. Bence sanat çoğu zaman ayna gibi toplumu yansıtır. Ama bazen kendini üreten çevresel etkenlerin ötesinde, neomodern özellikler de yansıtabilir. Bunlar değişik zamanlarda, farklı kültürlerden bir çok insan tarafından sevilip kabul görmüştür. Bence bugün birçok çağdaş sanat, Postmodernizm, Pop Art veya BritArt bu niteliklere sahip değil. Daha kötüsü kendi ayakları üzerinde duramayan kendilerinden önce gelmiş sanat türlerine bir tepki olarak varlar. Örneğin Damian Hirst’ün salamura yapılmış köpekbalığı ya da Tracey Emin’in dağınık yatağı sanat çalışması olarak sayılmaz; eğer sanata karşı kasıtlı bir tepki göstermek üzere yapmamışsa.
Bence estetik değerleri gözardı eden, hatta estetik değerlere karşı gelen çağdaş sanat ki, zamanın testinin geçemiyecektir, en iyi örneklerinde de en kötü örneklerinde de böyle bir sanat gerçek sanat değildir. Bu tarz ifadelerim beni muhafazakar biri gibi gösterebilir ve insanlar ‘modern sanat’ yapan birinden bu sözleri duymaktan dolayı şaşırabilirler. Onun yerine ben kendimi H.C. Andersen’in hikayesinde ‘Kral Çıplak’ diye işaret eden çocuk olarak tanımlamayı tercih ediyorum.